Allah'ı Arayış
Akıl yoluyla edinilen bilginin insanı yanılgıya götürdüğü
görüşü, verimsiz düşüncelere kapılmak hatasına düşme-
mem noktasında bana yardımcı oldu. Gerçeğin bilgisinin an-
cak yaşam yoluyla bulunabileceğine emin olmam, beni yaşa-
mın doğruluğundan şüpheye çağırdı. Beni kurtuluşa götüren
yol, ben merkezciliği kavramam ve yalnızca bunun gerçek ya-
şam olduğunu anlamam olmuştu. Anladım ki, ben eğer haya-
tı ve anlamını kavramak istiyorsam, bir asalak hayatı sürmek
istemiyor ve gerçek yaşamı istiyorsam, gerçeklerin ayrımına
varmış insanlığın ona verdiği anlamı kavradıktan sonra bu
hayatla birleşmek ve onu incelemek zorundaydım.
Tam o sıralarda başıma ilginç bir olay geldi. "Yaşamıma
bir kurşunla mı yoksa bir ilmekle mi son vereyim?" diye dü-
85
Hz. Muhammed
şündüğüm yıl, kalbim bahsettiğim bu düşünceler nedeniyle
hüzünlü bir duyguyla dağlanıyordu. Eğer bu duyguya bir
isim vermek gerekiyorsa "Allah arayışı" diyebilirim. Bunu
en içten inancımla tekrarlıyorum: Bu Allah arayışı, düşün-
ceyle değil duyguyla ilişkili bir arayıştı. Bu bir korku, bir ter-
kedilmişlik, bir yalnızlık duygusuydu; evrenin orta yerinde,
belli belirsiz bir yardım beklentisinin ve umudunun duygu-
suydu. Allah'ın varlığını ispatlamanın olanaksız olduğuna
iyice inanmışbm. Çünkü, Kant bunu ispatlamanın mümkün
olmadığını ispatlamış ve ben de bunu anlamıştım. Yine de
her şeye rağmen Allah'ı arıyor, onu bulacağımı umuyor-
dum. Aradığım ve bulamadığım Allah'a, âdet olmuş bir dua
ile yönelmekten de geri kalmıyordum. Bazen Kant'ın ve
Schopenhauer'in seslendirdiği Allah'ın varlığının ispatlana-
mazlığı hakkındaki gerçeklerini tartıp ölçüyor, bazen de bu
gerçekleri çürütmeye çalışıyordum. Bunun sebebinin, mekân
ve zaman gibi bir düşünce kategorisinin olmadığını düşünü-
yordum. Eğer ben varsam, bunun bir sebebi Allah denen
şeydi. Bu düşüncenin üstünde duruyor ve varlığımın bütün
yetenekleriyle bu sebebin bilincine ermeye çalışıyordum.
Ancak iradesine tâbi olduğumuz bir gücün var olduğunun
bilincine ulaşır ulaşmaz, yaşamın imkânını hissettim. Fakat
kendime sorular sormaya devam ettim: "Bu sebep, bu kuv-
vet nedir? Onun hakkında ne düşünmeliyim ve Allah dedi-
ğim şeye karşı nasıl davranmalıyım?" Sorduğum tüm bu so-
ruların karşılığında, bilinen cevaplardan başka şey gelmedi
aklıma: "O yaratandır, yaşatandır."
Bu cevaplar beni hiç tatmin etmedi. Yaşamak için ihtiya-
cım olan şeyi kaybettiğimi hissettim. Ruhumu bir korku sar-
dı ve aradığım şeye dua etmeye başladım, ondan bana yar-
dım etmesini diledim. Dua ettikçe bir şeyi çok açıkça anla-
dım ki, o beni duymuyordu. Kalbim, Allah'ın olmayabilece-
ği şüphesiyle dolmuştu. O anda yine dua ettim: "Efendim,
bana acı, beni kurtar! Efendim, Allah'ım, bana yol göster!"
86
Tolstoy
Fakat hiç kimse bana acımadı ve ben yaşamımın tamamen
durduğunu hissettim.
Çok farklı taraflardan bakarak hep şu sonuca varıyor-
dum: Ben sebepsiz ve anlamsız olarak dünyaya gelmiş ola-
mazdım. Kendimi benzer durumda hissettiğim gibi, yuva-
dan düşmüş sırt üstü yatan bir yavru kuş da olamazdım.
Hem öyle olsa bile, yuvadan düşmüş, sırt üstü yatan bir kuş-
cağız yüksek çimenlerin arasında ötüyordu. Ötüyordum;
çünkü annemin beni yüreğinin altında taşıdığını, ısıtıp besle-
diğini, sevdiğini biliyorum. Nerede o anne? Ben eğer doğu-
rulmuşsam, kim doğurmuştu beni? Birinin beni severek
dünyaya getirdiğini kendimden saklayamam ki! Peki, bu bi-
risi kim? Yine Allah.
Akıl yoluyla edinilen bilginin insanı yanılgıya götürdüğü
görüşü, verimsiz düşüncelere kapılmak hatasına düşme-
mem noktasında bana yardımcı oldu. Gerçeğin bilgisinin an-
cak yaşam yoluyla bulunabileceğine emin olmam, beni yaşa-
mın doğruluğundan şüpheye çağırdı. Beni kurtuluşa götüren
yol, ben merkezciliği kavramam ve yalnızca bunun gerçek ya-
şam olduğunu anlamam olmuştu. Anladım ki, ben eğer haya-
tı ve anlamını kavramak istiyorsam, bir asalak hayatı sürmek
istemiyor ve gerçek yaşamı istiyorsam, gerçeklerin ayrımına
varmış insanlığın ona verdiği anlamı kavradıktan sonra bu
hayatla birleşmek ve onu incelemek zorundaydım.
Tam o sıralarda başıma ilginç bir olay geldi. "Yaşamıma
bir kurşunla mı yoksa bir ilmekle mi son vereyim?" diye dü-
85
Hz. Muhammed
şündüğüm yıl, kalbim bahsettiğim bu düşünceler nedeniyle
hüzünlü bir duyguyla dağlanıyordu. Eğer bu duyguya bir
isim vermek gerekiyorsa "Allah arayışı" diyebilirim. Bunu
en içten inancımla tekrarlıyorum: Bu Allah arayışı, düşün-
ceyle değil duyguyla ilişkili bir arayıştı. Bu bir korku, bir ter-
kedilmişlik, bir yalnızlık duygusuydu; evrenin orta yerinde,
belli belirsiz bir yardım beklentisinin ve umudunun duygu-
suydu. Allah'ın varlığını ispatlamanın olanaksız olduğuna
iyice inanmışbm. Çünkü, Kant bunu ispatlamanın mümkün
olmadığını ispatlamış ve ben de bunu anlamıştım. Yine de
her şeye rağmen Allah'ı arıyor, onu bulacağımı umuyor-
dum. Aradığım ve bulamadığım Allah'a, âdet olmuş bir dua
ile yönelmekten de geri kalmıyordum. Bazen Kant'ın ve
Schopenhauer'in seslendirdiği Allah'ın varlığının ispatlana-
mazlığı hakkındaki gerçeklerini tartıp ölçüyor, bazen de bu
gerçekleri çürütmeye çalışıyordum. Bunun sebebinin, mekân
ve zaman gibi bir düşünce kategorisinin olmadığını düşünü-
yordum. Eğer ben varsam, bunun bir sebebi Allah denen
şeydi. Bu düşüncenin üstünde duruyor ve varlığımın bütün
yetenekleriyle bu sebebin bilincine ermeye çalışıyordum.
Ancak iradesine tâbi olduğumuz bir gücün var olduğunun
bilincine ulaşır ulaşmaz, yaşamın imkânını hissettim. Fakat
kendime sorular sormaya devam ettim: "Bu sebep, bu kuv-
vet nedir? Onun hakkında ne düşünmeliyim ve Allah dedi-
ğim şeye karşı nasıl davranmalıyım?" Sorduğum tüm bu so-
ruların karşılığında, bilinen cevaplardan başka şey gelmedi
aklıma: "O yaratandır, yaşatandır."
Bu cevaplar beni hiç tatmin etmedi. Yaşamak için ihtiya-
cım olan şeyi kaybettiğimi hissettim. Ruhumu bir korku sar-
dı ve aradığım şeye dua etmeye başladım, ondan bana yar-
dım etmesini diledim. Dua ettikçe bir şeyi çok açıkça anla-
dım ki, o beni duymuyordu. Kalbim, Allah'ın olmayabilece-
ği şüphesiyle dolmuştu. O anda yine dua ettim: "Efendim,
bana acı, beni kurtar! Efendim, Allah'ım, bana yol göster!"
86
Tolstoy
Fakat hiç kimse bana acımadı ve ben yaşamımın tamamen
durduğunu hissettim.
Çok farklı taraflardan bakarak hep şu sonuca varıyor-
dum: Ben sebepsiz ve anlamsız olarak dünyaya gelmiş ola-
mazdım. Kendimi benzer durumda hissettiğim gibi, yuva-
dan düşmüş sırt üstü yatan bir yavru kuş da olamazdım.
Hem öyle olsa bile, yuvadan düşmüş, sırt üstü yatan bir kuş-
cağız yüksek çimenlerin arasında ötüyordu. Ötüyordum;
çünkü annemin beni yüreğinin altında taşıdığını, ısıtıp besle-
diğini, sevdiğini biliyorum. Nerede o anne? Ben eğer doğu-
rulmuşsam, kim doğurmuştu beni? Birinin beni severek
dünyaya getirdiğini kendimden saklayamam ki! Peki, bu bi-
risi kim? Yine Allah.